12 Nisan 2010 Pazartesi

12 Nisan

Jessica Abla’nın bir yazısına gene çok içlendim.


Benim içimde duran ve dısarı yansıtmadıgım bir konuyu o kadar basitce yazmış ki.

Gene ağlattı beni. Ağlattığı yazılardan ikincisi bu.



Konuyu güçlü hissedince yazamıyor olduguma getiricem.

Yazdıgımda güçlü hissediyorsam ya bu kızgınlıktan oluyor, ya bu böyle olmasın değişssin, nasıl olur gibi dellenmelerle dısa vurdugum kabul etmemezliklerden ileri geliyor.



Aşık oldugumda, istediğimde de yazıyorum, gene yazdıgım anlar, kopukluk anları.



Aşkla yanyana yasadıgım beraberdurmalar, sohbet, özlem duyup karsılastıgındaki

Gercek sarılmalardan bahsedemiyorum, veya Timur’un halamla gözgöze geliş anı kafama kazınmıs olsa da, ordaki tüm duyguları okusamda bunu yazmamak, neden?



Gercek yazılmaz gibi bir durum mu var. Çok önemsediğin anlarında fotolarını cekmezsin mantıgı gibi, zaten yaşamakla meşgulsündür. Fotografını cekmeye basladıgın an, tanıksındır o ana, içinde değil. Bunun gibi bir sey işte.



Geçenlerde bir blogta okuduğum üzere, aşkı anlatmanın en iyi yolu gercekten aşık olmaktır.



Ol ve oldugunu yaşa. Koşulşuz.

Şanşlıyım. Yaşıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder